Psikoterapide ” Değerler” Meselesi Nerede Duruyor?
Değerler mevzusunun psikoloji alanı tarafından ihmal edildiği
kanısındayım. Birazcık geriye dönüp
baktığımızda kuramsal anlamda Maslow,
Ellis, Viktor Frankl gibi bazı kuramcıların bu konuya sahip çıktığını, yakın
zamanda ise Steven Hayes’in teori ve pratikte değerler mevzusuna diğer bazı ekollerden
daha fazla ehemmiyet verdiğini görebiliriz. Yine de teori ve pratikte, sağlıklılık
ve sağlıksızlığı açıklarken ya da terapi ve bireysel onarımı formuluze etmeye
çalışırken “Değerler” faktörünü nereye koyup nasıl işleyebileceğimizi çok da
iyi bilmiyoruz. Bir takım etik sorunlar,
metodolojik problemler, ölçülebilirlik ile ilgili meseleler,
subjektivitiye kapılma ve konuyu saptırma riskleri gibi unsurlar “Değerler” mevzusundan
kaçınmamızı anlaşılır kılabilir. Ancak inkar edemeyeceğimiz şey, onarım ya da
yaralanma söz konusu olduğunda “Değerler” unsurunun tahmin ettiğimizden çok
daha etkin bir biçimde merkez üssü rolü oynadığıdır.
Bağlamsal ve Kavramsal Kendilik Kavşağında Değerler; “Bir
ben vardır benden içeri.”
Konuyu biraz daha başa saralım. Psikolojide bazı kuramlar,
kendiliği iki yapılanma türü ile açıklıyorlar. Kavramsal kendilik ve bağlamsal
kendilik (bkz. Kabul ve Kararlılık Terapisi). Kavramsal kendilik, genel olarak
çoğumuzun kendimizi ondan ibaret sanma eğiliminde olduğumuz kendilik biçimimiz.
Kendimizle ilgili düşüncelerimiz, duygularımız, yaşadığımız olaylar, insanların
görüşleri, ilişkilerimizin niteliği, tanımlamalar, etiketler, sıfatlar ve
kavramlar içeriyor.… Eğer kavramsal
kendilik modunda yaşantılıyorsak tüm hayatımızı bu durumda dış dünya tarafından
boşaltılıp doldurulan ve daha kaygan bir zemin üzerinde daha ince iplikler ile
ucundan tuttuğumuz bir kendilik algımız var demektir. Bu kendilik biçimi bize, Kim
ne dedi ? İnsanlar ne düşünüyor hakkmda? Ne hissediyorum? Ne oluyor?
Düşüncelerim ne? gibi soruların cevaplarını vermekte. “Başarılıyım”, “aptalım”,
“yalnızım”, “yorgunum”, “bencilim”, “reddedildim”, “istenmedim”, “kabul
edilmedim”, “beceremedim”, “sakarım”, “mutsuzum”, “kaygılıyım”, “öfkeliyim” vb.
gibi bir dolu sözel materyali barındırmakta.
Süreğen bir biçimde akan,
değişen, giden ve yenisi gelen tüm bu materyal, santranç tahtasının üzerindeki taşlar gibi
sürekli olarak azalır, artar, bir taraf diğer tarafı yener, turlar tekrarlanır,
kazananlar bu defa kaybeder fakat santranç tahtasının üzerinde hep bir akış ve
devri daim söz konusu olur. İşte kavramsal kendiliğimiz, tam olarak santranç
tahtası üzerindeki bu taşlardır. İyi ve kötü sözler, pozitif ve negatif
duygular, düşünceler, olaylar.. Ve bizler, siyah-beyaz santranç taşları üzerinden nasıl biri olduğumuzu algılamaya,
puanlamaya ve tanımlamaya çalışırız. Peki
santranç taşları biz isek, santranç tahtası kimdir ? (Santranç metaforu, Steven Hayes’e aittir)
Bağlamsal Kendilik; Ben’i
Gözlemleyen “Ben”.
Bağlamsal kendilik, işte tam da bu noktada devreye girmekte (başka
bir deyişle gözlemleyen kendilik). Bağlamsal kendiliğimiz, tahtanın ta
kendisidir. Kendiliğimizin genel olarak
çok da farkında olmadığımız bir başka yönü. Üzerindeki taşlarla kıyaslandığında görece daha stabil,
sabit, sağlam ve yerli yerinde bir zemini temsil ediyor. Yaşam değerlerimiz gibi uzun vadeli, kalıcı ve
soyut hatlarımızı içermekte ve değerler, bağlamsal kendiliğin önemli bir
hattını oluşturmakta.
Değerler; dürüstlük,
çalışmak, yardımseverlik, affedicilik gibi ulaşıldığında bitmeyen, elde
edildiğinde tükenmeyen, bitimsiz ve sahip olmayı değil de “olmak” halini temsil
eden, bağlamsal kendiliğin önemli bir parçası yani “pusula”mızdır. Herkesin
seçeceği değerler birbirinden farklı olabilir. Değerler, evrensel değillerdir ve kişisel
seçimler ile belirlenirler. Ancak bilinçli ya da bilinçsiz hepimiz değerler
noktasında seçimler yaparız. Kimimiz, bu değerler ile olan bağlantısını
silikleştirirken kimimiz de bu bağlantıyı farkındalıklı bir biçimde yürütmeye
devam ederiz. Ve insan, kavramsal ve bağlamsal
kendiliğin bütünüdür. Kendimizi sadece birinden ibaret olarak algılamaya veya tanımlamaya başladığımızda psikolojik
sorunlar baş gösterir ve esnekliğimizi
yitirmeye başlarız. Sağlıklı insan, bir
anlamda kavramsal kendilik ile bağlamsal kendilik arasında köprü kurabilmiş,
birinden diğerine esnek geçişler yapabilen ve bir tarafta kutuplaşmamayı
sağlayabilmiş kişidir.
Değerler; hedefler, arzular ya da amaçlar ile karıştırılmamalıdır.
Örneğin, sınıfı geçmek, bir yaşam değeri değil hedeftir. Para kazanmak, terfi
etmek, ünlü olmak da aynı şekilde. Tüm bunlar, ulaşıldığında biten ve tükenen,
sahip olma halleridirler. Oysaki değerler, ulaşıldı mı bitmeyen bir “olma hal”ini
temsil ederler. Eğer şefkatli biri olmak gibi bir yaşam değeriniz var ise yüzlerce defa şefkatli davranabilir
ancak şefkatli olma değerini tüketemezsiniz. Dolayısıyla ulaşıldığında sınırsız
sayıda kullanımına rağmen tükenmeyen tek kaynak değerler kaynağıdır. Ve bu
çeşme size her susuzluğunuzda su yetiştirecek kadar geniştir.
Fonda Ne Çalıyor?
Değerleri, zemine yayılmış bir
fon gibi düşünün. Duygularınız, düşünceleriniz, yaşadığınız olaylar, insanlar
ile ilişkileriniz, başarılarınız, kayıplarınız, bu fonun üzerinden akıp giden figürlerdir. Ve bu
figürlerin hangi şekli alacağını, fon üzerinde ne kadar kalacağını, neyin ön
plana çıkıp neyin geri planda duracağını zeminin yapısı belirler.
Acınız Neye Hizmet Edecek? Elmas
mı Olacak Kömür mü?
Acı çeken farklı insanları düşünelim. Fakirlik çeken,
eşinden ayrılan ya da fiziksel bir hastalığı olan insanları. Bu insanların
içlerinden birçoğu depresyona girebilir veya psikolojik olarak yara alabilir,
gerileyebilir. Diğer yandan ise acı çektiği, travmatize olduğu ve bir stresöre
maruz kaldığı halde, psikolojik gerileme yaşantılamayan hatta büyüyen,
olgunlaşan insanlar da mevcuttur. Peki benzer dozlardaki acılar, insanlarda
gerileme ya da büyüme gibi iki ayrı sonucu hangi unsurların devreye girmesi ile
sağlamaktadır? Üzerinde tartışabileceğimiz
birçok faktör olması ile birlikte değerler, sayılabilecek faktörlerin en
önemlilerinden bir tanesidir. Aynı karbon elementinin farklı bağlantılar kurarak kömüre ya da
elmasa dönüşmesi gibi, değerleriniz, karbonunuzun elmas mı yoksa kömür mü
olacağı ile ilgili zincirleri kuracaktır.
Logoterapi’nin kuramcısı Victor
Frankl, Nazi Kampında esir düşen fakat yaşamın anlamını neredeyse orada bulan,
değişen, büyüyen, olgunlaşan insanlardan bahseder. Aynı kampta intihar eden birçok
olgu da mevcuttur. Benzer koşulların farklı sonuçlar ile sonuçlanmasının
nedenlerinden biri, kişilerin
zeminlerinin yaşam değerleri ile döşenmiş olması ve bunlar ile bağlantıda
kalabilmeleridir. Bu, bağlamsal
kendiliğinin aktivasyonu anlamına gelir. Örneğin, “Yardım Etme” gibi bir
değeriniz var ise ve bununla bağlantıda iken yaşanıyorsa sıkıntılarınız, bu
zeminin üzerinde “acı”, “açlık”, “güçlük” gibi figürler, “yardım etme”
değerinize hizmet etme fırsatları olarak algılandığında farklı şekillere
bürüneceklerdir. Bu durumda başta beyin
tarafından ceza ve acıdan ibaret olan güçlükler artık bütünüyle olmasa bile bir
yönüyle manevi haz yolaklarınızı uyaran ödüllendirici uyaranlara
dönüşeceklerdir. Zeminizde komformizmin
olduğu bir bağlamda yaşayacağınız sıkıntının şekli dikenli bir kaktüs halini
akacak iken yardımseverlik zemininde aynı figür, “anlamlı”, “büyüten” ve bir yönü ile haz
enjekte eden iğne şekillerine dönüşebilir.
Mesela eğer zemininiz, “sahip
olma” temaları ile döşeli ise ve değerlerinizin üzeri tozlanmışsa.. Bu durum, acı ile başa çıkmanızı
zorlaştırabilir. Eğer “haklılık” “sahip olmak” “tüketme” “karşılıklılık” “komformizm” den oluşan bir desen var ise fonda, eğer beklentiniz mümkün olduğunca takdir,
sevgi, övgü ve ilgiye sahip olmak
ise.. O halde yaşadığınız herhangi bir
başarısızlık, bu zemin üzerinde dehşet verici bir şekle bürünecektir. Diğer taraftan zeminde, “tolerans”, “hoşgörü”,
“rıza”, “kabul”, “cesaret”, “azim”, “sabır”, “insan olarak olgunlaşmak” gibi
değerler mevcutsa ve biz sıkıntı karşısında değerlerimiz ile paralel bir duruş
sergileyebiliyorsak, o halde bu zemin üzerinden
geçen ve sıkıntı adını verdiğimiz figürler, “fırsat”, “deneyim”, “tecrübe” veya “büyütücü
deneyim” gibi şekillere sahip olacaklardır. Yani ya siyah bir vazo ya da
birbirine bakan iki beyaz yüz belirecektir.
Başım Dertte. Ödül mü, Ceza mı ?
Bu perspektiften bakıldığında,
değerler, beynin ödül ve ceza mekanizmasını yönlendiriyor. “Şefkat Odaklı
Terapi” nin kuramcıları, değerler ve nörobiyolojik faktörler ile ilgili
araştırmalar yapmışlardır. Bulgular, değer odaklı yaşamanın beyindeki ödül
sisteminin aktivasyonunu arttırdığını göstermekte ve ödül-ceza sisteminde
değişiklikler yarattığına işaret etmektedir. Örneğin; hoşgörülü olmaya duygusal
yatırım yapan birinin yaşayacağı saygısızlık, eğer bu saygısızlık karşısında
değeri ile bağlantı kurabilirse, ödül mekanizmasını devreye sokacak ve
özgüvenini normal şartlarda olumsuz etkilemesini beklediğimiz deneyimin ters
yönde hizmet etmesini sağlayacaktır. “Saygısızlık görerek aşağılanma” deneyimi,
“saygısızlık karşısında hoşgörüyü muhafaza edebilme” deneyimi olarak yeniden
adlandırılacak beynin raflarına bu isimdeki bir dosya halinde kaldırılacaktır. Yani
değerlerimiz, yaşanan deneyimin son tahlilde ödül mü yoksa ceza mı olacağını belirleme
gücüne sahiptir.
Haz ampulunüzün fişini nereye taktınız?
Maslow, iki tür güdülenmemiz
olduğunu belirtiyor; Eksiklik güdülenmesi ve varlık güdülenmesi. Eksiklerimizi
sahip olduklarımız üzerinden tamamlamak üzerine güdüleniyorsak hayatta o halde
bu bizim daha koşullu, değişken ve dış kaynaklara bağlı bir kendilik
deneyimimizin olacağını gösterir. Eğer varlık güdülenmesi boyutundaysak, kendi
içimizde var olup bitenler ve var oluşumuzu
değerli kılan değerlerimiz üzerinden tanımlarız hayatı ve benliğimizi. Eksiklik güdülenmesinde, haz kaynaklarımızın
fişi, eksikleri (onay alma gereksinimi, takdir
görme gereksinimi, vs) giderecek sahip oluş prizlerine takılıdır. Ancak bu sistemin düğmesinin bizde olmayışı ve çok fazla dış faktörle ilişkilenmişliği,
ampulün sıkça sorunlar çıkartacağı ve karanlıkta kalabileceğimiz anlamına
gelebilir. Varlık güdülenmesinde ise, ödül de ceza da haz da acı da kablolarını
değerler alanımız içerisine uzatmıştır. Ne kadar ilgiye sahip olduğumuzdan çok ne
olduğumuz ile ilgilenmekteyizdir.
Değerler treniniz istediğiniz
yönde hareket ediyorsa, insanların düşünceleri, duyguları, tavırları, olaylar,
hatta kendi düşünceleriniz trenin koridorlarında ters istikamete koşuştursalar
bile X yönüne giden trenin içinde Y yönünde akan akıntılar benlik değeriniz ve
büyük ölçekteki kendilik yaşantınız açısından uzun vadeli ve bütünsel bir anlam ifade etmeyecektir. Tren, koridorlarında
ters istikameti olan i bütün koşuşturmaları eninde sonunda yutacak ve kendisi
yön değiştirmediği sürece yaşamınızdaki rotanın anlamlı mı anlamsız mı olduğuna
kendisi karar verecektir. Böylece değerler çemberiniz, kavramsal içerikleri
yutar ve kavramsal kendiliğiniz, bağlamsal kendilik tarafından modüle edilmiş
olur.
Değerler Çeşmeniz Kaç Musluklu?
Değerlerinizin ne olduğunun veya
ne kadar çeşitli olduğunun farkında mısınız? Tek bir değere saplanıp
kalmışsanız bu, değerler açısından yaşamınızda ödül mekanizmanızıı çalıştıran tek bir kaynağınız olduğu anlamına gelir. Yaşamı
çok daha fazla değer ile çeşitlendirmek, çeşmenizin bir musluk tıkandığında
öbür musluklardan su içebilecek kadar zengin bir kaynak sunacağı anlamına
gelir. Örneğin, eğer “çalışmak” gibi bir
değeriniz var ise çalıştığınızda yaptığınız eylem yaşamınızı anlamlandırır.
Çalışamadığınızda ise devreye girecek
olan “hoşgörü ve kabul ” değeri bu defa da çalışamayışınızı anlamlandırır. Yani
değerler birbirlerini modüle ederler ve bir kutupta tıkalı ya da takılı
kalmanızı önlerler. Değerler, deneyimlerinizin posasını bir kenara ayırarak
alınabilecek vitaminlere erişimi sağlar. Yaşamda anlam yaratacak onlarca değer
mevcuttur ve birbirlerinden farklı kutupları temsil eden değerler, yaşamınızı
çok daha esnek ve çıkış kapıları ile dolu bir platforma taşıyacaktır.
1 Değer, 100 Düşünce. Üstbilişsel Düzenleme
Bir değer üzerinde yapılacak
düzenleme ya da değerlere bağlantılılık, aslında ilintili yüzlerce düşünce, duygu ve davranışın
düzenlenmesi anlamına geliyor. Değerleri, düşünce ve duygularımız üzerine
örülmüş geniş çatılar olarak düşünebiliriz. Örneğin, eğer “kusurları hoş
görmek” gibi bir değeriniz mevcut ise bu, birçok olaydaki yüzlerce yorum,
düşünce ve duygunuzun bu değer ile paralel bir biçimde şekil alacağı anlamına
gelir. Dolayısıyla değerler düşünce ve duygu düzenleyici olarak üst bilişsel
bir modülasyon sağlar. Örneğin, bir kişiye karşı, “bana özensiz davranıyor” şeklindeki bir
yorumunuz hakkındaki yorumunuzun ne olacağı değerlerden sorulur. Böyle olmamalı
mı? Bu deneyim gereksiz mi? Bu deneyimin bana kattığı hiçbirşey yok mı ? Bu
düşünce korkunç mu? Bu his katlanılamaz mı? Kısaca bu tecrübe çöp mü ??? Dikkat
ederseniz düşüncenizin gerçekliği yansıtıp yansıtmadığını sorgulamıyorum.
Hakikaten özen mi göstermiyor yok başka bir açıklaması olabilir mi kısmına
girmeksizin düşünceleriniz ile ilgili yorumlarınızı mercek altına alıyorum.
Çünkü eğer vereceğiniz yanıtlar deneyimden alınabilecek ve değerleriniz ile
örtüşen bir yön bulabilirlerse o halde kapı dışarı edilmeye çalışılan bu
tecrübe içeri alınabilecek, misafir edilebilecek ve halleşilip yolcu
edilebilecek. Değerler, “mutsuzluk” duygunuz ve “deneyiminiz” hakkındaki düşüncelerinizin,
duygularınız hakkındaki duygularınızın ve düşünceleriniz hakkındaki
düşüncelerinizin ne olacağını yöneten üstbilişsel düzeyden müdahale eder düşünce
hakkındaki düşünce, bkz. Üstbiliş)
Temiz Acı- Kirli Acı
Bazı psikolojik yaklaşımlar, acıyı
ikiye ayırmaktalar; temiz acı ve kirli acı. Temiz acı, bir olay ya da durum karşısında
verdiğimiz birincil yani ilk duygusal yanıtlar olarak tanımlanmaktadır.
Örneğin, sınavdan kaldığınızda ve üzüntü duyduğunuzda, yaşadığınız ilk üzüntü
hali, temiz acı olarak nitelendirilmekte. Kirli acı ise, birincil orijinal
üzüntünüzün üzerine eklediğiniz ek katmanları temsil ediyor. “Neden böyleyim”,
“niye kaybettim, “neden bu kadar mutsuzum”, “böyle hissetmemeliyim” vs.
şeklinde yaptığınız yorumlar, deneyiminiz hakkındaki duygularınız, düşünceleriniz
hakkındaki düşünceleriniz ile ilk etapta yaşadığınız birinci acıya ek katmanlar
ilave eder ve acınızı orijinal acınız
olmaktan çıkartarak daha bileşik yeni bir deneyime dönüştürürsünüz. Bu ikinci
deneyim de orjinalliğini ve arılığını
kaybetmiş “kirli acı” olarak tanımlanmaktadır. Bu görüşe göre, kirli acı,
psikolojik sorunlarımızın kaynağıdır. Deneyimlerimizde verdiğimiz duygusal
yanıtları temiz acı boyutunda tutmamıza yardımcı olacak unsur ise değerler ve
onun aracılılığı ile daha kolay gerçekleştirebileceğimiz üst bilişsel düzenlemelerdir
(Bkz. Metakognisyon ve kabul). İkincil salınımların ne olacağına değerlerimiz şekil vermektedir.
Deneyimler, fona yerleştirdiklerimiz ile şekil alırlar.
Anlam, esneklik, otantik oluş, özgünlük, hatta özgürlük... Muhtaç olmadan sevebiliş ve mecbur olmaksızın verebilişler, değerler üzerinden yaşantılanan bir “ben” ile
mümkün.
Şatosunun içerisinde mutsuz olup gecekondusunda huzurlu olan
onlarca insanın gizini açıklıyor değerler… Mal, mülk, hak, hukuk, imkan,
imkansızlık noktasında pek de adaletli
sayılmasa da, duygular noktasında görece daha adaletli, Hayat…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder