28 Mayıs 2015 Perşembe

Değerler; Kömür mü ? Elmas mı?


Psikoterapide ” Değerler” Meselesi  Nerede Duruyor?

Değerler mevzusunun psikoloji alanı tarafından ihmal edildiği kanısındayım.  Birazcık geriye dönüp baktığımızda  kuramsal anlamda Maslow, Ellis, Viktor Frankl gibi bazı kuramcıların bu konuya sahip çıktığını, yakın zamanda ise Steven Hayes’in teori ve pratikte değerler mevzusuna diğer bazı ekollerden daha fazla ehemmiyet verdiğini görebiliriz. Yine de teori ve pratikte, sağlıklılık ve sağlıksızlığı açıklarken ya da terapi ve bireysel onarımı formuluze etmeye çalışırken “Değerler” faktörünü nereye koyup nasıl işleyebileceğimizi çok da iyi bilmiyoruz. Bir takım etik sorunlar,  metodolojik problemler, ölçülebilirlik ile ilgili meseleler, subjektivitiye kapılma ve konuyu saptırma riskleri  gibi unsurlar “Değerler” mevzusundan kaçınmamızı anlaşılır kılabilir. Ancak inkar edemeyeceğimiz şey, onarım ya da yaralanma söz konusu olduğunda “Değerler” unsurunun tahmin ettiğimizden çok daha etkin bir biçimde merkez üssü rolü oynadığıdır.

Bağlamsal ve Kavramsal Kendilik Kavşağında Değerler;  “Bir ben vardır benden içeri.”

Konuyu biraz daha başa saralım. Psikolojide bazı kuramlar, kendiliği iki yapılanma türü ile açıklıyorlar. Kavramsal kendilik ve bağlamsal kendilik (bkz. Kabul ve Kararlılık Terapisi). Kavramsal kendilik, genel olarak çoğumuzun kendimizi ondan ibaret sanma eğiliminde olduğumuz kendilik biçimimiz. Kendimizle ilgili düşüncelerimiz, duygularımız, yaşadığımız olaylar, insanların görüşleri, ilişkilerimizin niteliği, tanımlamalar, etiketler, sıfatlar ve kavramlar içeriyor.…  Eğer kavramsal kendilik modunda yaşantılıyorsak tüm hayatımızı bu durumda dış dünya tarafından boşaltılıp doldurulan ve daha kaygan bir zemin üzerinde daha ince iplikler ile ucundan tuttuğumuz bir kendilik algımız var demektir. Bu kendilik biçimi bize, Kim ne dedi ? İnsanlar ne düşünüyor hakkmda? Ne hissediyorum? Ne oluyor? Düşüncelerim ne? gibi soruların cevaplarını vermekte. “Başarılıyım”, “aptalım”, “yalnızım”, “yorgunum”, “bencilim”, “reddedildim”, “istenmedim”, “kabul edilmedim”, “beceremedim”, “sakarım”, “mutsuzum”, “kaygılıyım”, “öfkeliyim” vb. gibi bir dolu sözel materyali barındırmakta.

Süreğen bir biçimde akan, değişen, giden ve yenisi gelen tüm bu materyal,  santranç tahtasının üzerindeki taşlar gibi sürekli olarak azalır, artar, bir taraf diğer tarafı yener, turlar tekrarlanır, kazananlar bu defa kaybeder fakat santranç tahtasının üzerinde hep bir akış ve devri daim söz konusu olur. İşte kavramsal kendiliğimiz, tam olarak santranç tahtası üzerindeki bu taşlardır. İyi ve kötü sözler, pozitif ve negatif duygular, düşünceler, olaylar.. Ve bizler,  siyah-beyaz  santranç taşları  üzerinden nasıl biri olduğumuzu algılamaya, puanlamaya ve tanımlamaya çalışırız.  Peki santranç taşları biz isek, santranç tahtası kimdir ?   (Santranç metaforu,  Steven Hayes’e aittir)

Bağlamsal Kendilik;  Ben’i Gözlemleyen “Ben”.

Bağlamsal kendilik, işte tam da bu noktada devreye girmekte (başka bir deyişle gözlemleyen kendilik). Bağlamsal kendiliğimiz, tahtanın ta kendisidir.  Kendiliğimizin genel olarak çok da farkında olmadığımız bir başka yönü. Üzerindeki  taşlarla kıyaslandığında görece daha stabil, sabit, sağlam ve yerli yerinde bir zemini temsil ediyor.  Yaşam değerlerimiz gibi uzun vadeli, kalıcı ve soyut hatlarımızı içermekte ve değerler, bağlamsal kendiliğin önemli bir hattını oluşturmakta.

Değerler;  dürüstlük, çalışmak, yardımseverlik, affedicilik gibi ulaşıldığında bitmeyen, elde edildiğinde tükenmeyen, bitimsiz ve sahip olmayı değil de “olmak” halini temsil eden, bağlamsal kendiliğin önemli bir parçası yani “pusula”mızdır. Herkesin seçeceği değerler birbirinden farklı olabilir.  Değerler, evrensel değillerdir ve kişisel seçimler ile belirlenirler. Ancak  bilinçli ya da bilinçsiz hepimiz değerler noktasında seçimler yaparız. Kimimiz, bu değerler ile olan bağlantısını silikleştirirken kimimiz de bu  bağlantıyı farkındalıklı bir biçimde yürütmeye devam ederiz.  Ve insan, kavramsal ve bağlamsal kendiliğin bütünüdür. Kendimizi sadece birinden ibaret olarak algılamaya  veya tanımlamaya başladığımızda psikolojik sorunlar baş gösterir ve  esnekliğimizi yitirmeye başlarız.  Sağlıklı insan, bir anlamda kavramsal kendilik ile bağlamsal kendilik arasında köprü kurabilmiş, birinden diğerine esnek geçişler yapabilen ve bir tarafta kutuplaşmamayı sağlayabilmiş kişidir.

Değerler; hedefler, arzular ya da amaçlar ile karıştırılmamalıdır. Örneğin, sınıfı geçmek, bir yaşam değeri değil hedeftir. Para kazanmak, terfi etmek, ünlü olmak da aynı şekilde. Tüm bunlar, ulaşıldığında biten ve tükenen, sahip olma halleridirler. Oysaki değerler, ulaşıldı mı bitmeyen bir “olma hal”ini temsil ederler. Eğer şefkatli biri olmak gibi bir yaşam değeriniz  var ise yüzlerce defa şefkatli davranabilir ancak şefkatli olma değerini tüketemezsiniz. Dolayısıyla ulaşıldığında sınırsız sayıda kullanımına rağmen tükenmeyen tek kaynak değerler kaynağıdır. Ve bu çeşme size her susuzluğunuzda su yetiştirecek kadar geniştir.

Fonda Ne Çalıyor?
Değerleri, zemine yayılmış bir fon gibi düşünün. Duygularınız, düşünceleriniz, yaşadığınız olaylar, insanlar ile ilişkileriniz, başarılarınız, kayıplarınız, bu  fonun üzerinden akıp giden figürlerdir. Ve bu figürlerin hangi şekli alacağını, fon üzerinde ne kadar kalacağını, neyin ön plana çıkıp neyin geri planda duracağını zeminin yapısı belirler.



Örneğin,  yukarıdaki zemini beyaz kabul ettiğinizde üzerindeki figür vazo şeklini alırken, siyah kabul ettiğinizde birbirine dönük iki insan yüzüne dönüşecektir. Burada olduğu gibi zemindeki değerlerinizin ne olduğu ve ne renk olduğu ile ilgili farkındalık üzerindeki figürün şeklini belirleyecektir.  Bu, gerçekliğinizi yapılandırabilme özgürlüğü anlamına da gelir.

Acınız Neye Hizmet Edecek?  Elmas mı Olacak Kömür mü? 

Acı çeken farklı insanları düşünelim. Fakirlik çeken, eşinden ayrılan ya da fiziksel bir hastalığı olan insanları. Bu insanların içlerinden birçoğu depresyona girebilir veya psikolojik olarak yara alabilir, gerileyebilir. Diğer yandan ise acı çektiği, travmatize olduğu ve bir stresöre maruz kaldığı halde, psikolojik gerileme yaşantılamayan hatta büyüyen, olgunlaşan insanlar da mevcuttur. Peki benzer dozlardaki acılar, insanlarda gerileme ya da büyüme gibi iki ayrı sonucu hangi unsurların devreye girmesi ile sağlamaktadır?  Üzerinde tartışabileceğimiz birçok faktör olması ile birlikte değerler, sayılabilecek faktörlerin en önemlilerinden bir tanesidir. Aynı karbon elementinin  farklı bağlantılar kurarak kömüre ya da elmasa dönüşmesi gibi, değerleriniz, karbonunuzun elmas mı yoksa kömür mü olacağı ile ilgili zincirleri kuracaktır.

Logoterapi’nin kuramcısı Victor Frankl, Nazi Kampında esir düşen fakat yaşamın anlamını neredeyse orada bulan, değişen, büyüyen, olgunlaşan insanlardan bahseder. Aynı kampta intihar eden birçok olgu da mevcuttur. Benzer koşulların farklı sonuçlar ile sonuçlanmasının nedenlerinden biri,  kişilerin zeminlerinin yaşam değerleri ile döşenmiş olması ve bunlar ile bağlantıda kalabilmeleridir. Bu,  bağlamsal kendiliğinin aktivasyonu anlamına gelir. Örneğin, “Yardım Etme” gibi bir değeriniz var ise ve bununla bağlantıda iken yaşanıyorsa sıkıntılarınız, bu zeminin üzerinde “acı”, “açlık”, “güçlük” gibi figürler, “yardım etme” değerinize hizmet etme fırsatları olarak algılandığında farklı şekillere bürüneceklerdir.  Bu durumda başta beyin tarafından ceza ve acıdan ibaret olan güçlükler artık bütünüyle olmasa bile bir yönüyle manevi haz yolaklarınızı uyaran ödüllendirici uyaranlara dönüşeceklerdir.  Zeminizde komformizmin olduğu bir bağlamda yaşayacağınız sıkıntının şekli dikenli bir kaktüs halini akacak iken yardımseverlik zemininde aynı figür,  “anlamlı”, “büyüten” ve bir yönü ile haz enjekte eden iğne şekillerine dönüşebilir.

Mesela eğer zemininiz, “sahip olma” temaları ile döşeli ise ve değerlerinizin üzeri tozlanmışsa..  Bu durum, acı ile başa çıkmanızı zorlaştırabilir. Eğer “haklılık” “sahip olmak” “tüketme” “karşılıklılık” “komformizm”  den oluşan bir desen var ise fonda,  eğer beklentiniz mümkün olduğunca takdir, sevgi, övgü ve  ilgiye sahip olmak ise..  O halde yaşadığınız herhangi bir başarısızlık, bu zemin üzerinde dehşet verici bir şekle bürünecektir.  Diğer taraftan zeminde, “tolerans”, “hoşgörü”, “rıza”, “kabul”, “cesaret”, “azim”, “sabır”, “insan olarak olgunlaşmak” gibi değerler mevcutsa ve biz sıkıntı karşısında değerlerimiz ile paralel bir duruş sergileyebiliyorsak, o halde bu  zemin üzerinden geçen ve sıkıntı adını verdiğimiz figürler,  “fırsat”, “deneyim”, “tecrübe” veya “büyütücü deneyim” gibi şekillere sahip olacaklardır. Yani ya siyah bir vazo ya da birbirine bakan iki beyaz yüz belirecektir.

Başım Dertte. Ödül mü, Ceza mı ?
Bu perspektiften bakıldığında, değerler, beynin ödül ve ceza mekanizmasını yönlendiriyor. “Şefkat Odaklı Terapi” nin kuramcıları, değerler ve nörobiyolojik faktörler ile ilgili araştırmalar yapmışlardır. Bulgular, değer odaklı yaşamanın beyindeki ödül sisteminin aktivasyonunu arttırdığını göstermekte ve ödül-ceza sisteminde değişiklikler yarattığına işaret etmektedir. Örneğin; hoşgörülü olmaya duygusal yatırım yapan birinin yaşayacağı saygısızlık, eğer bu saygısızlık karşısında değeri ile bağlantı kurabilirse, ödül mekanizmasını devreye sokacak ve özgüvenini normal şartlarda olumsuz etkilemesini beklediğimiz deneyimin ters yönde hizmet etmesini sağlayacaktır. “Saygısızlık görerek aşağılanma” deneyimi, “saygısızlık karşısında hoşgörüyü muhafaza edebilme” deneyimi olarak yeniden adlandırılacak beynin raflarına bu isimdeki bir dosya halinde kaldırılacaktır. Yani değerlerimiz, yaşanan deneyimin son tahlilde ödül mü yoksa ceza mı olacağını belirleme gücüne sahiptir.

Haz ampulunüzün fişini nereye taktınız?
Maslow, iki tür güdülenmemiz olduğunu belirtiyor; Eksiklik güdülenmesi ve varlık güdülenmesi. Eksiklerimizi sahip olduklarımız üzerinden tamamlamak üzerine güdüleniyorsak hayatta o halde bu bizim daha koşullu, değişken ve dış kaynaklara bağlı bir kendilik deneyimimizin olacağını gösterir. Eğer varlık güdülenmesi boyutundaysak, kendi içimizde var olup bitenler ve  var oluşumuzu değerli kılan değerlerimiz üzerinden tanımlarız hayatı ve benliğimizi.  Eksiklik güdülenmesinde, haz kaynaklarımızın fişi,  eksikleri (onay alma gereksinimi, takdir görme gereksinimi, vs) giderecek sahip oluş prizlerine takılıdır.  Ancak bu sistemin düğmesinin bizde olmayışı  ve çok fazla dış faktörle ilişkilenmişliği, ampulün sıkça sorunlar çıkartacağı ve karanlıkta kalabileceğimiz anlamına gelebilir. Varlık güdülenmesinde ise, ödül de ceza da haz da acı da kablolarını değerler alanımız içerisine uzatmıştır.  Ne kadar ilgiye sahip olduğumuzdan çok ne olduğumuz ile ilgilenmekteyizdir.

Değerler treniniz istediğiniz yönde hareket ediyorsa, insanların düşünceleri, duyguları, tavırları, olaylar, hatta kendi düşünceleriniz trenin koridorlarında ters istikamete koşuştursalar bile X yönüne giden trenin içinde Y yönünde akan akıntılar benlik değeriniz ve büyük ölçekteki kendilik yaşantınız açısından uzun vadeli ve bütünsel  bir anlam ifade etmeyecektir. Tren, koridorlarında ters istikameti olan i bütün koşuşturmaları eninde sonunda yutacak ve kendisi yön değiştirmediği sürece yaşamınızdaki rotanın anlamlı mı anlamsız mı olduğuna kendisi karar verecektir. Böylece değerler çemberiniz, kavramsal içerikleri yutar ve kavramsal kendiliğiniz, bağlamsal kendilik tarafından modüle edilmiş olur.

Değerler Çeşmeniz Kaç Musluklu?

Değerlerinizin ne olduğunun veya ne kadar çeşitli olduğunun farkında mısınız? Tek bir değere saplanıp kalmışsanız bu, değerler açısından yaşamınızda ödül mekanizmanızıı çalıştıran  tek bir kaynağınız olduğu anlamına gelir. Yaşamı çok daha fazla değer ile çeşitlendirmek, çeşmenizin bir musluk tıkandığında öbür musluklardan su içebilecek kadar zengin bir kaynak sunacağı anlamına gelir.  Örneğin, eğer “çalışmak” gibi bir değeriniz var ise çalıştığınızda yaptığınız eylem yaşamınızı anlamlandırır. Çalışamadığınızda  ise devreye girecek olan “hoşgörü ve kabul ” değeri bu defa da çalışamayışınızı anlamlandırır. Yani değerler birbirlerini modüle ederler ve bir kutupta tıkalı ya da takılı kalmanızı önlerler. Değerler, deneyimlerinizin posasını bir kenara ayırarak alınabilecek vitaminlere erişimi sağlar. Yaşamda anlam yaratacak onlarca değer mevcuttur ve birbirlerinden farklı kutupları temsil eden değerler, yaşamınızı çok daha esnek ve çıkış kapıları ile dolu bir platforma taşıyacaktır.

1 Değer, 100 Düşünce.  Üstbilişsel Düzenleme 

Bir değer üzerinde yapılacak düzenleme ya da değerlere bağlantılılık, aslında  ilintili yüzlerce düşünce, duygu ve davranışın düzenlenmesi anlamına geliyor. Değerleri, düşünce ve duygularımız üzerine örülmüş geniş çatılar olarak düşünebiliriz. Örneğin, eğer “kusurları hoş görmek” gibi bir değeriniz mevcut ise bu, birçok olaydaki yüzlerce yorum, düşünce ve duygunuzun bu değer ile paralel bir biçimde şekil alacağı anlamına gelir. Dolayısıyla değerler düşünce ve duygu düzenleyici olarak üst bilişsel bir modülasyon sağlar. Örneğin, bir kişiye karşı,  “bana özensiz davranıyor” şeklindeki bir yorumunuz hakkındaki yorumunuzun ne olacağı değerlerden sorulur. Böyle olmamalı mı? Bu deneyim gereksiz mi? Bu deneyimin bana kattığı hiçbirşey yok mı ? Bu düşünce korkunç mu? Bu his katlanılamaz mı? Kısaca bu tecrübe çöp mü ??? Dikkat ederseniz düşüncenizin gerçekliği yansıtıp yansıtmadığını sorgulamıyorum. Hakikaten özen mi göstermiyor yok başka bir açıklaması olabilir mi kısmına girmeksizin düşünceleriniz ile ilgili yorumlarınızı mercek altına alıyorum. Çünkü eğer vereceğiniz yanıtlar deneyimden alınabilecek ve değerleriniz ile örtüşen bir yön bulabilirlerse o halde kapı dışarı edilmeye çalışılan bu tecrübe içeri alınabilecek, misafir edilebilecek ve halleşilip yolcu edilebilecek.  Değerler, “mutsuzluk” duygunuz  ve “deneyiminiz” hakkındaki düşüncelerinizin, duygularınız hakkındaki duygularınızın ve düşünceleriniz hakkındaki düşüncelerinizin ne olacağını yöneten üstbilişsel düzeyden müdahale eder düşünce hakkındaki düşünce, bkz. Üstbiliş)


Temiz Acı- Kirli Acı

Bazı psikolojik yaklaşımlar, acıyı ikiye ayırmaktalar; temiz acı ve kirli acı.  Temiz acı, bir olay ya da durum karşısında verdiğimiz birincil yani ilk duygusal yanıtlar olarak tanımlanmaktadır. Örneğin, sınavdan kaldığınızda ve üzüntü duyduğunuzda, yaşadığınız ilk üzüntü hali, temiz acı olarak nitelendirilmekte. Kirli acı ise, birincil orijinal üzüntünüzün üzerine eklediğiniz ek katmanları temsil ediyor. “Neden böyleyim”, “niye kaybettim, “neden bu kadar mutsuzum”, “böyle hissetmemeliyim” vs. şeklinde yaptığınız yorumlar, deneyiminiz hakkındaki duygularınız, düşünceleriniz hakkındaki düşünceleriniz ile ilk etapta yaşadığınız birinci acıya ek katmanlar ilave eder ve  acınızı orijinal acınız olmaktan çıkartarak daha bileşik yeni bir deneyime dönüştürürsünüz. Bu ikinci deneyim de  orjinalliğini ve arılığını kaybetmiş “kirli acı” olarak tanımlanmaktadır. Bu görüşe göre, kirli acı, psikolojik sorunlarımızın kaynağıdır. Deneyimlerimizde verdiğimiz duygusal yanıtları temiz acı boyutunda tutmamıza yardımcı olacak unsur ise değerler ve onun aracılılığı ile daha kolay gerçekleştirebileceğimiz üst bilişsel düzenlemelerdir (Bkz. Metakognisyon ve kabul). İkincil salınımların ne olacağına değerlerimiz  şekil vermektedir.


Deneyimler, fona yerleştirdiklerimiz ile şekil alırlar. Anlam, esneklik, otantik oluş, özgünlük, hatta özgürlük...  Muhtaç olmadan sevebiliş  ve mecbur olmaksızın verebilişler,  değerler üzerinden yaşantılanan bir “ben” ile mümkün.


Şatosunun içerisinde mutsuz olup gecekondusunda huzurlu olan onlarca insanın gizini açıklıyor değerler… Mal, mülk, hak, hukuk, imkan, imkansızlık noktasında pek de  adaletli sayılmasa da, duygular noktasında görece daha adaletli, Hayat…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder